0

YILDIRAY OĞUR,

“Havan ve Obüslerin Barışa Hizmet Ettiği An…”

İsimli yazısında, 23 Şubat günü Pkk medyasında bir paragrafla geçiştirilen, İran Ordusunun obüs ve tanklarla Kandil’i bombalaması haberi üzerine bir değerlendirme yapmış.  Yazar, Hakkari’de bir tavuğun kanadının kırılması bile Türkiye’nin ayağa kaldırılması için yeterli olurken, bu olay karşısında Kandil’in, henüz, bir açıklama yapmamasını ise manidar bulduğunu söylemiş. Uzun bir aranın ardından İran ordusunun durup dururken Kandil’i bombalamasının zamanlama olarak  Şah Fırat Operasyonu’ndan hemen sonrasına rastlanmasına  da dikkat çeken yazar, bu operasyonun nedenini , Suriye Ulusal Uzlaşı Bakanı Ali Haydar’ın ağzından, diyerek şöyle açıklamış:

“YPG’nin yabancı bir orduyu ülkeye almaya hakkı yok. YPG Suriye’nin milli bir birliği olmasına rağmen, böyle bir karar veremez. Bu kararı sadece hükümet verebilir. YPG’den, 'zorunluluk'tan mı yoksa 'isteyerek' mi Türk Ordusu’na destek verdikleri konusunda bir açıklama bekliyoruz.”

Dedikten sonra,  PKK için “hem Suriye’nin milli güç olarak baktığı bir örgüt olmak hem Türkiye’yle barış süreci yürütmek zor artık ve  PKK, Türkiye’de çözüm süreci için pozitif adımlar attıkça, Türkiye’ye yaklaştıkça karşısında İran’ı buluyor” diyerek , Kandil izlenimlerini kaleme alan gazeteci Günay Aslan’ın ağzından  şu izlenimleri paylaşmış: “Ufukta Türkiye’den ziyade İran’la ciddi bir kriz görünüyor. Zira, Kürtleri kuşatma politikasını bölgesel düzleme yayan İran, baskısını giderek arttırıyor. Bu da bu ülkeyle Kürt Özgürlük Hareketi arasındaki ateşkesin bozulması ve çatışmaların yeniden başlaması ihtimalini güçlendiriyor.”

Yani Şah Fırat Operasyonu, beklenmedik sonuçlara neden olabilir. Türkiye’nin operasyonuna destek verdiği için Suriye’nin uyardığı, İran’ın muhtemelen bu yüzden vurduğu bir PKK var artık…

Meclis’teki vekilleriyle Türkiye’de savaşı bitirip bitirmeme kararını konuşurken 3 yıl önce savaşı bitirmeye karar verdiği İran tarafından vurulan Kandil, oturup yeniden düşünmüştür herhalde…
Bazen silahlar da barışa hizmet edebilir…”

   

KENAR YAZISI:

Hakkari’de bir tavuğun kanadının kırılması bile Türkiye’nin ayağa kaldırılması için yeterli olurken, bu olay karşısında Kandil’in, henüz, bir açıklama yapmaması manidardır. Uzun bir aranın ardından İran ordusunun durup dururken Kandil’i bombalamasının zamanlama olarak  Şah Fırat Operasyonu’ndan hemen sonrasına rastlanması da dikkat çekicidir.

 

AHMET AY

“FETO VE DÜĞMESİ”

İsimli yazısında, Paralel yapıya mensup kamu görevlilerinin aynı “düğme” ile senkronize hareket ettiklerini bölge imamı, şehir imamı, kurum imamı derken “imam” dedikleri Birleşik Krallık kontrolünde ve MOSSAD destekli bir örgütün ortaya çıktığını ve bu örgütün Fırat’ın doğusunda oldukça etkili bir güce sahip olduğunu yazmış. Yazar, 1990 sonrasında bu bölgede tamamen güvenlik amaçlı kurulan tezgâhın, paralelcilerin PKK’nın etkili olduğu şehirlerde hücreler oluşturmasını kolaylaştırdığını, kimsenin güvenlik gerekçesiyle(!) oluşturulan bu hücrelere dokunmadığını, bu yüzden de kimsenin  bölgede ne olup bittiğini sorgulamadığını, çıkılan bütün “rutin dışı”lıkların devletin bekası(!) için takdire şayan görüldüğünü yazmış. Yazar devamla, bölgede, özellikle Diyarbakır’da, Paralel örgütün sebep olduğu hadiseleri ise şöyle sıralamış:

“Bölgede vatandaşın can güvenliğini sağlamak için görevlendirilen “gizli hücrelerde pusu hazırlayan elemanlar” yani devletin maaşlı memurları tarafından. Bir gerçektir ki biz de bu kirli ve kanlı eylemleri yapanların devlet içine sız(dırı)lmış kripto elemanlar olduğunu sonradan öğrenecektik.

Evet, ta o yıllardan beri Güneydoğu’da ve özellikle Diyarbakır’da bu elemanlar her zaman etkiliydiler. Güvenlik bahanesiyle ele geçirdikleri kurumları tepe tepe kullandılar. Hiç kimse de ne oluyoruz deme gereği duymadı derin devletin bekası için.

MİT TIRlarını durdurması için ihbar eden“eleman” Diyarbakır’da görevli,

Kulakçı polisler Diyarbakır’dan çıkıyor.

6-8 Ekim olaylarında 100’ü aşkın polis Diyarbakır’da işe gitmiyor,

Üniversite sınavlarında öğrencileri mağdur etme pahasına Diyarbakır'da yüzlerce görevli rapor alarak sınav görevini protesto ediyor. Keza;

Eylemlerde yanan araca patlaması için kamyon sürükleyen polisler,

Yola el bombaları bırakan polisler,

12 yaşındaki çocuğu av tüfeğiyle öldüren polisler bu bölgede,

Eylemleri kızıştırmak için durup dururken göstericilere ateş açan polisler bu bölgede çalıştılar.

Bu hukuk dışı, kanunsuz işlere imza atan polislerin kahir ekseriyeti paralel yapıya mensup,

Geri kalanı da onların dümen suyunda kulaç atanlardı.

Bölgede Çözüm Süreci ile birlikte PKK silahları susturmasın diye çabalayanların paralelci polisler olduğu, bunu saklama gereği duymadıkları, her fırsatta süreci baltalamak için karanlık eylemlere başvurdukları biliniyor.”

 

KENAR YAZISI:

Evet, ta o yıllardan beri Güneydoğu’da ve özellikle Diyarbakır’da bu elemanlar her zaman etkiliydiler. Güvenlik bahanesiyle ele geçirdikleri kurumları tepe tepe kullandılar. Hiç kimse de ne oluyoruz deme gereği duymadı derin devletin bekası için.

 

 

 

ABDURRAHMAN DİLİPAK 

“Lanetli süreç: 28 Şubat”

İsimli yazısında,  28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan süreci anlatmış.  Yazar,   İrtica, ordu ve bürokrasi merkezli oligarklar tarafından öncelikli tehdit olarak algılanan ve yaşananların, askeri bazı şahıslar tarafından post-modern darbe olarak da adlandırıldığını yazmış.  Yazar, her şeyin  RP’nin 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmasıyla başladığını,  Demirel’in manevı kızı” Tansu Çiller’in bir gecede “hidayet”e ermiş, “sütten çıkma ak kaşık” olduktan sonra paralel hesaplaşmanın  o gün başladığını söylemiş. Yazar, Cemaat’in  kuluçka dönemini tamamladığını,  2000 yılından itibaren devleti ele almaları gerektiğini ama laikçi, ulusalcı kanat, paralel yapının derin devlete entegre ve enjekte edilmesine karşı çıktığını, muhaliflerin ulusalcı kanat olarak bilindiğini ve Batı Çalışma Grubu adı altında açıkça Genelkurmay içinde örgütlendiğini de ilave etmiş. Ilımlı İslam politikası çerçevesinde laikçi, ulusalcı, Kemalist, Alevi unsurlar seyreltilecek, yerine paralelciler ikame edilmesinin düşünüldüğünü, Refahyol ve Çatlı’nın, derin devlet içindeki, bu yeni yapılanmaya karşı çıkan kanadın tasfiyesi için önü açılan bir hareket olduğunu,  Çiller proje komiseri olarak orada bulunduğunu,  Erbakan hükümetinin  ise, görünen kadrolara karşı operasyonun koçbaşı olarak görev yapacağını söylemiş. Yazar devamla:

 

 

“O Libya gezisi, iftar işin kandırmacası. Kudüs gecesi de öyle.. Libya gezisi fikri nasıl ortaya çıktı, Ali Bulaç’a sormak gerek.. O bir gecede ortaya çıkan şeriatçıların İstanbul’da ve Ankara’da sokaklarda arzı endam etmesi tesadüf değildi…Susurluk bu konuda bir kırılma noktası oldu.. Hükümet BÇG’nin üzerine gitmedi. Çünki birileri kan dökmeye karar vermişti. Susurluk’ta Çatlı’nın tasfiyesi de karşı tarafın gözünü kararttığını gösteriyordu.. Sonuçta hükümet düştü. Derin devlet derin iktidarı ılımlı İslamcılarla paylaşmak istemiyordu. Sonuçta Gülen 1999 Mart’ında ABD’ye götürüldü ve koruma altına alındı. Sonrasını biliyorsunuz, AK Parti’nin kuruluşu, Erdoğan’ın engellenmesi, Gül dönemi, Irak’ın işgali ve tezkere olayı. Aslında tezkere geçmiş olsaydı, Balyoz ve Ergenekon’da karizması çizilenler Irak’ta işi bitirilecek isimlerdi. Böylece paralelcilerin önü açılacak, dikensiz bir gül bahçesine buyur edileceklerdi. Ama olmadı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. AK Parti’nin kuruluşu önemli. Şiir okudu diye Erdoğan’ın engellenmesi, Gül’ün yükselişi.. Her şey bir planla gerçekleşti.. Erdoğan’sız olmuyordu. Baykal cumhurbaşkanı olacak, cemaat istihbarat, finans ve medyayı, eğitimi kontrol edecek ve Erdoğan kontrollü olarak meclise taşınacaktı ve öyle oldu.

Ama bir defa daha evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Gül cumhurbaşkanı oldu, Baykal rolünü iyi oynamadığı için tasfiye edildi. Yerine geçici olarak Kılıçdaroğlu getirildi. Paralel yapının MİT ve emniyet istihbaratı ele geçirmesi engellendi ve büyük hesaplaşma başladı.

Ergenekon ve Balyoz davaları, Irak’ta işi bitirilecek  ya da daha önce Refahyol’da tasfiye edilmesi gerekip de edilemeyenlerin tasfiyesi için gerçekleştirilen bir operasyondu. O plan suya düştü, bugün paralel yapı operasyonu konuşuluyor..

28 Şubat davası çok dar anlamda sürüyor.. İşin Medya, Mafya, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağı üzerinde bir çalışma yok..”

 

 

GÜLAY GÖKTÜRK

 

“Kötü senaryo”

İsimli yazısında, çözüm süreciyle ilgili Hüseyin Yayman’ın   Ahmet Hakan’la yaptığı  söyleşide yüreklere su serpildiğini; ancak başka bazı işaretlerin bize ortada tek bir senaryo olmadığını; mutlu sonla biten iyi senaryo için gayret gösterirken kötü senaryoya karşı da hazırlıklı olmamız gerektiğini  yazmış.  Ardından kötü senaryonun ne olabileceğine dair görüşlerini açıklarken, PKK’nın yayın organlarından haberdar olanların, ortaya konan “yeni mücadele stratejisi”ni bilmeleri gerektiğini  söylemiş.  Buna göre örgüt, bir süredir gerillanın dağda orduyla savaş stratejisinin zamanının dolduğunu; bundan böyle mücadelenin şehir ayaklanmaları şeklinde verileceğini; PKK militanlarının görevinin ise bu ayaklanmalarda sokağa çıkan “halkı korumak” olduğunu söylemiş.  Yazar, bir başka deyişle,  diyerek,  kimse, süreç çöker de silahlar yeniden patlarsa, savaşın dağlarda süreceğini zannetmesin.  Şiddet geri gelirse, şehir ayaklanmaları biçiminde gelecek; PKK halkı kalkan olarak kullanmaya ve dağda kazanamadığı savaşı şehirlerde kazanmaya çalışacağını da söylemiş.  Yazar  ayrıca,  PKK’nın epey bir zamandır sadece Güneydoğu Anadolu’da değil, Türkiye çapında birçok şehre silah yığınağı yapmasının,  silahların miadını doldurduğuna ve artık mücadelenin siyaset yoluyla yapılması gerektiğine inanan bir örgütün buna neden ihtiyaç duyduğunu da sorarak şunları söylemiş:

“İşte buradan  8 Haziran için çizilen kaos tablolarına geliyoruz. 
“Barajı aşamazsak kendi kaderimizi kendimiz tayin ederiz” ya da “Baraja takılırsak gerisini hükümet düşünsün” tehditlerini kendi kulağımızla duyduk. Bunları kuru sıkı tehditler olarak da değerlendirebilirsiniz, ciddi bir tehlike unsuru olarak da... Ama eğer bu ülkeyi yönetme sorumluluğunu sırtınızda taşıyorsanız, her halükarda ciddiye almak ve uyanık kalmak zorundasınız. 
Sanırım, İç Güvenlik Paketi’nin çıkarılmasının arka planında,  hükümetin yukarıda işaretlerini verdiğimiz kötü senaryoya karşı hazırlıklı olma kararlığının da payı var. İktidarın, seçim sonrasında ortaya çıkabilecek bir kaos tablosu karşısında zaaf göstermemek, olayları kontrol altında tutabilmek, halkın güvenliğini sağlayabilmek ve kamu düzenini devam ettirebilmek için yetkileri ve etkinliği artırılmış bir emniyet teşkilatına ihtiyaç duymasını anlayabiliriz. Kaldı ki, bununla da yetinmiyor; aynı pakette yer alan bir başka maddeyle jandarmayı İçişleri Bakanlığı’na bağlayarak kendi emrinde ve kontrolünde olacak ikinci bir iç güvenlik gücüne kavuşuyor. 
Zira tecrübelerimiz bize gösteriyor ki, böyle kriz anlarında kamu düzenini sağlayamayan iktidar, ipleri TSK’nın eline bırakmak zorunda kalır ve malum süreç işlemeye başlar: Olağanüstü hal, sokağa çıkma yasağı, ardından sıkıyönetim, hükümetin inisiyatifi kaybedişi ve askeri vesayetin hortlayışı... Öcalan’ın “darbe dinamiği harekete geçer” derken kastettiği de bu olsa gerek... 
Bu arada altını çizerek söylemeliyim ki, kötü senaryoyu uygulamaya koyma kararı asla PKK’nın tek başına, sadece kendi güçlerine güvenerek alabileceği bir karar değildir. Böyle büyük çaplı bir kaos senaryosunun ancak Türkiye’yi “yola getirmek” için en güçlü kozunu kullanmaya karar veren dış dinamiklerin iradesiyle gündeme gelebileceğini de bilmemizde yarar var. “

 

KENAR YAZISI:

Süreç çöker de silahlar yeniden patlarsa, savaşın dağlarda süreceğini kimse zannetmesin.  Şiddet geri gelirse, şehir ayaklanmaları biçiminde gelecek; PKK halkı kalkan olarak kullanmaya ve dağda kazanamadığı savaşı şehirlerde kazanmaya çalışacak. PKK’nın epey bir zamandır sadece Güneydoğu Anadolu’da değil, Türkiye çapında birçok şehre silah yığınağı yapması,  silahların miadını doldurduğu ve artık mücadelenin siyaset yoluyla yapılması gerektiğine inanan bir örgütün buna neden ihtiyaç duysun.

 

 

NİZAMETTİN İZGİ,  

 

“Neden Hep Batman? “

İsimli yazısında, Eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un kitabında, 81 İl arasında en çok Batman isminden ve Batmanlılardan söz etmesinin tesadüf  olmadığını yazmış. Yazar, ülkenin zor yıllar geçirdiği dönemde Batman’ın adeta “yol geçen hanı” gibi bir çok kanunsuz kişiye ev sahipliği yaptığını ve  bu kişilerin çoğu zaman cinayetlerin işlenmesine tanıklık ettiklerini ama hiçbir zaman da ortaya çıkmadan ortadan kaybolduklarını söylemiş. Yazar, Örneğin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Susurluk olayının kahramanlarından Abdullah Çatlı’nın Batman’da ne işleri olabilir? Bunların Batman’a geldiğini ve bunu bir çok kişinin bildiğini,   nerede kaldıklarını kimlerle görüştüklerinin konuşulduğunu da yazmış. Yazar, dönemin yöneticilerinin de olayları seyretmekle kaldıklarını ilave ederek şunları söylemiş:

“ Ya o dönemlerde ilimizde Valilik yapanlar “bana bir şey olmasın” diyerek olanlara gözlerini kapattılar, ya da yasa dışı yollarla örgütler ilimizde konuşlanıp dilediklerini rahat bir şekilde yaptılar.
Sabri Uzun’un “İN” isimli kitabını bir solukta okudum.
Batmanda görev yapmış yöneticilerin hepsini tanıdığım için yazılanlara sadece hayret ettim. Ve yukarıda belirttiğim gibi Türkiye’deki 81 İl arasında en çok gündeme geldiği için de “neden Batman” dedim.
Haksız mıyım?  Nedeniyle ilgili konuştuğumuz bazı kişiler, Batmanın kozmopolit olması, yerlisinin bulunmaması ve her şehirden insan olması nedeniyle potansiyel bir şehir olduğunu söylüyorlar. Buna örnek olarak da, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Gaziantep gibi iller gösterilip bu şehirlerde herkesin herkesi tanıması nedeniyle kanunsuzlukların yapılamadığını belirtiyorlar.
Geçmiş yıllarda ilimiz Emniyet müdürlüğünün İstihbarat, Terörle mücadele ve diğer şubelerinde görev yapmış kişiler ile Emniyet müdürlüğü yapmışların isimlerinin geçtiği “İN” kitabında farklı iddialar yer alıyor.
İyi güzel de, neden o dönemde hiçbir yetkili bu kanunsuzlukları fark edememiş?
1990 yılı öncesi ve sonrasında yaşanan bir çok olay faili meçhul duruma düşerken hiçbir yetkili elini taşın altına koymadı ve olanları halının altına süpürdü.
Bana göre, kanunsuzlukların rahatlıkla yapılabilmesi, ilimizdeki önemli kurum ve kuruluşların memlekete sahiplenmemesi ve olaylar karşısında birliktelik sergileyememesindendir.
Kitaplarda yer alan iddialar başka şehirlerde, hatta bölgemizdeki illerde yaşansa yer yerinden oynar, oranın sakinleri ayağa kalkarak yaşananlara tepki gösterip durumu ta Başbakana iletirlerdi.
Sabri Uzun’un kitabının bir çok yerinde Batman veya Batmanda görev yapanlardan söz edilmesi beni şaşırtmadı, aksine üzdü.”

 

 

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *