0

 

 

O zamanlar belki de biz melektik. Yer ve gök arasında sarmaş dolaştık. En temiz niyetlerle yola koyulmuştuk. Önümüze kandan kandiller konmuştu ya da Nebi aleyhisselamın yıldızlarını ruhumuzda yaşamış, bedenlerimizle perçinleştirmiştik. Her birimiz bu yıldızlardan yolumuzu bulurduk.  Mesela ben Mus’ab bin umeyr’i yaşar Caferi Tayyar’ı kuşanırdım. Vurulurdum, kırılırdı kanadım kolum ama yine yola devam ederdim. “Siyer kitaplarını oku, sayfa sayfa karıştır, hepsinde kendini göreceksin.” diyordu Amedin uzun boylu şehidi şehit Hanifi… Karıştırınca sayfaları Yasir ve Sümeyye’yi, Hacı Sabri ve Xeyriye olarak okuyorduk. Her şey bize İslam tarihinden günümüze tecessüm ederdi. Sonra Sahabe gibi adamlar gönül bağımıza ekilen güller oluyordu.  Ata’lar Vahdeddin’ler... Bedir kahramanları gibi şehadet mektebinin yüz akı oluyordular.  Elleri kınalılar önden giden atlılarla birlikte Kehkeşanlarını sürüyorlardı ölümsüzlük ummanına… Biz bir hicran acısıyla şehitleri temaşa eylerdik.

İçimizde coşan ihlastan mı yoksa mücadelenin bereketinden mi bilinmez, arş ehli ve arz ehli bir olmuştu adeta. Meleklerin kanat seslerini hisseder, onlarla müsahama ederdik; ya da öyle sanırdık. Cennetle aramızda birkaç arşın vardı. Bazen bir anda can damarımıza değen bir kurşun ve yere düşen kanda görülürdü her şey. Bu yüzden şehitler hep gülümserdi. Belli ki son bakışta gideceği makam onlara gösterilmişti. Biz o zamanlar ölümü yenmiştik, dünyanın hiçbir şeyi bize yüce sevgiliye kavuşmak kadar tatlı gelmezdi. Biz o zamanlar siyeri hayatımızın bir parçası kılmıştık.

O zamanlar öğrenci evlerinde, hicret mekanlarında yediğimiz ekmeğin bile tadı bambaşkaydı. İçtiğimiz su , soluduğumuz hava hiç bu kadar ağır gelmezdi. Batman’ın sokakları belki petrol kokardı ama şehadet cemresi havaya düştüğünde cennet rayihası yayılırdı sokaklarında. Amed bazen şehit Ahmet kokar bazen şehit Aziz kokardı. Gözyaşları azık olurdu bir şehidin ardından, bazen de çevik randalarında işkencede Hubeybçe haykırmak  ya da bazen pir-i zindanlarda 39’da yusufi  sadalara kavuşmaktı.

İman fokurdayıp kabından taşar mı; ya da coşkudan çağlayanlar gibi çağlar mı  bilmem ama imanın hem artan hem de azalan bir olgu olduğu bize ulaşan kaviller arasındadır. 90’lı yıllar imanın zirve yılları idi. Her şey Rahmaniydi. Kalpler sadece Allah için atardı. Fazilet gömleğini giymiş  sahabe gibi adamlar vardı. Sıddıklar vardı. Kardeşine gelen kurşunlara göğsünü siper ederek Rahmana kavuşan. Rüstemler vardı (sonradan şehit olan babası tarafından) ona :“ Ata şehit oldu, ne duruyorsun. Gel sen de şehitler kervanına katıl.” denildiğinde Lebbeyk diyerek güveyi gibi koşup gelen… Kutbettinler vardı Nusaybin’de gayret savaşçısı... Resuller vardı Amed’in Ayışık Köyü’nde Zekeriya misali başları bedenlerinden koparılan… Susa Şehitleri vardı gönül bahçemizde Kerbela’yı anımsatan. Bir de sinesi iman dolu gençler Umeyr misali, hani o Umeyr ki Bedir savaşı öncesi Allah Resulü küçük yaşta olanları ordudan ayırarak geri çevirmişti de o saklanmıştı. Abisi ona kardeşim sana ne oldu diye sorunca “… Allah’ın bana şehidlik nasip etmesini umuyorum.” demiş , Peygamber Efendimiz  O’na izin verdiğinde, boyunun kısalığından dolayı kılıcını bağlayamamıştı. Savaş başlayınca canını cananına teslim ederek şehid olmuştu. İşte onun gibi 90’ lı yıllarda yaşlarının çok üzerinde yük  sırtlayan küçük tevhid kahramanı yiğitler vardı. Rahmani aşk ihlasla dokununca Susalı bir yiğit: “Anne! Boyum şehid olacak kadar uzamış mı?” diyordu ve o da cananına kavuşuyordu. Tarihin Umeyrlerine  90’lı yıllarda boy boy Fuatlar, Hanifiler, Aliler, Ramazanlar, İsmailler yaşlarının çok üstündeki idealler uğruna cezbeye gelerek katılıyorlardı.

 

Çocuklar, gençler, yaşlılar: “Hayırda yarışınız.” ayetinin emriyle yarışa koyulmuşlardı. Bu mağlubiyeti olmayan yarışta “ sağ kalsam da şehid olsam da yine kazanan benim.” diyerek dünyanın en mesut insanları oluyorlardı. Kasetlerden yükseliyordu davudi sesler ve “Kervan” şehitlerle tanışıyorduk. Ağıtlara sinmiş bir şehit kokusu vardı. Yazanı, ozanı başkası da olsa o sesler ve sözler şehitlerindi. Bir ruh vardı ki muhacirlerin ve muvahhitlerin göz yaşlarıyla harmanlanmış bir sevdanın çimentosuydu; Mücahitlerin tetik tetik dokunmuş tesbih taneleriydi. O dönem adeta hayaller ülkesinde yaşıyorduk. Hayallerimizi süsleyen tek şey Rahman’a şehid olarak adanmaktı. Her şeye rağmen acılarımız, sancılarımız vardı; ama güzeldi 90’lı yıllar…

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *